bu yazı, minimalist bir evlilik sürecinde ne yapmanız gerektiğini anlatmayacak.. 
neler yaptığınızı görmeniz yeterli..



flört evresi: daha ikinci buluşmada onunla evlenmeyi kafana koymuşsundur.. hatta bu karar için buluşmayı bile beklememiş, arkadaşından aldığın referanslarla vermişsindir hükmünü, kırmışsındır kalemi.. mesleği tam seninkine göre (öğretmen olsa süper olur).. ailesiyle ailen kesin anlaşacak.. aynı topraklardansınız.. herşeyin uyuşuyor olması ne kadar uyuşturacak sizi düşünmezsiniz hiç ama sanırım o doğru insan.. evlenip üremekten daha büyük bir gayeye sahip olmadığından bugüne kadar yaptığın en doğru iş olacak bu eylem.. hadi maskeni tak, senin de onun için ideal üreme partneri olduğunu göster ona.. işinde çok iyisin.. ahlaklısın.. sadıksın.. süpersin.. hayatın boyunca herşeyin en iyisini sen yaptın yapmaya devam ediyorsun.. maaşın fena diil.. ailenin sahip oldukları daha da iyi.. sana ev bile almışlar bi an önce evlenebil diye.. konuyu evliliğe getirmelisin artık çok uzatmadan.. yoksa maske çok eğreti durmaya başlıyor, sen bile inanmıyorsun bazen.. evlilik teklifini nasıl yapacağını planla.. en orjinalinden olsun ama marjinalleşmeden.. kumsala yaz mesela, ya da tribünde pankart açtırt “benimle evlenir misin” diye imla kuralsızlığıyla.. hatta emir kipi kullan “benimle evlen” diye.. en azından bi orta halli tek taşın olmalı.. yoksa zor işin.. öyle ya, arkadaşlarına ne gösterecek sonuçta.. sevgini temsil etmiyor mu aldığın taşın karat ı.. çok karat, çok aşk.. bi akşam yemeğinde olsun bu teklif.. şaraplı falan hem de.. alkol almıyorsanız kebapçıda da olabilir.. zaten hazır duman altı, daha romantik.. ne yap et, ikna et onu senin ideal eş/üreyici olduğuna..

aile tanışması evresi:  evet dedi bi kere kocaman taşı görünce.. arkadaşlarının süzgecinden de geçtin facebook profilindeki fotoğraflarınla.. sırada ailesi.. bi akşam daveti.. herkes kendine kıyafet seçer ruhlarına ait olmayan şeyleri giymek için.. ve demini almamış çay eşliğinde gürültülü bir gece.. kızın evine yeni bardaklar kahvaltı takımları alınmıştır.. kalabalık gelinir, herkes karşısındakine egosunu satmaya çalışır.. kim kimden daha üste çıkarsa o kazanır.. bizim aile sizin aileyi döver kavgası.. paralar kapışır, olmayan zekalar kapışır, eğitimler, olanaklar, oturulan sitenin güvenlik imkanları, arabanın beygiri, tatilde gidilen sahil kenarları, uçak maceraları, gavur memleket hatıraları.. hepsi kapışır.. zor da olsa gece son bulur.. artık herkes ikna olmuştur bunlar bi an önce üremeliler diye.. tez zamanda kellesi vurula, kız istene..

kız isteme/söz evresi:  tanışmada giyilen kıyafetler yeniden giyilir.. bu yıl ikinci kez giyiyorsun onları.. laf olmasın diye yeni bi bluz ya da kravat fena olmaz ama.. ne o öyle görmemişler gibi hep aynı şeyimi giyeceksin.. yine aynı üste çıkma sohbetleri ve kutsal emir-kavil dialoğu ile artık dünya alem onaylamıştır çiftleşebileceğinizi.. yetmez ama bu sözlü onay.. elaleme de göstermeliyiz.. gelsin yüzükler.. iki tane beyaz altın, içlerinde isimlerin elyazısı ile yazıldığı, işlemeli yüzük.. hemen fotoğraflanmalı, asosyal medyada paylaşılmalı.. yüzlerce beğeni almalı, bir o kadar da insan çatlatmalı, “kimse almaz seni” diyenlerden.. tuzlu kahve ile damat aşağılanmalı.. garibimin dereyi geçmeden ayı dayı ayrımını yapabilmesinin getirdiği tecavüzden zevk alma sessizliği.. ve tüm bu curcunada metalaştırılarak aşağılandığının farkında olmayan kadın..

nişan evresi:  artık göbek atma zamanı.. herkes yeni kıyafetler almıştır.. ee ne de olsa, toplumsal onaydan geçmiş bir çift var artık, rahatça çiftetelli oynanabilir.. kuaför icadı kızılötesi saçlar, elbiseden dışarı fırlayan et parçaları, berberin kestiği kirli sakal, eğreti duran bir kravat.. ve tabiki “neşeli günler” in Ziya sı için yaldızlı nikah şekeri.. 

ev eşyası evresi:  hep beraber alışveriş çılgınlığı.. bir ev de olmazsa olmaz yüzbin parçalı yemek takımı, oturma grupları, iki adet tv, tv leri koymak için tv ünitesi, üniteyi koymak için halılar, etrafı için çiçekli böcekli süs eşyaları, hayatı boyunca büyük yemek masasında yemek yememiş olmasına rağmen kocaman yemek masası, aynalı bişeyler, takımları koymak için ayrı bir aynalı mobilya, beyaz eşya, sarı eşya, yeşil eşya, pembe eşya.. hepsinden dahası, ruh karası bir ev.. ne yürünecek ne de nefes alınacak yer bırakılmaz 135 metrakarelik rezidansta.. misafirliğe gelenler ne der sonra eksik olursa herhangi bir şey yeni evli objesi listesinden.. 

kına evresi:  erkek giremez.. biz kız kıza oynayacağız.. türbanlar çıkar, deli gibi oynanır.. kına töreni vardır, gelin ağlatılır yüksek yüksek tepelerde.. erkek tarafının kadınları kadın tarafının kadınlarına kalça tokuşturur terli terli.. limonata karşılar vücutların su eksikliğini.. 

düğün evresi: en uzun kısım da bu işte.. 
simlendirilmiş davetiyelerle kimi davet etsem sorunsalı..
damadın olmayan sakalını kesen damat berberi..
gelin kuaförü.. seni 25-30 yıllık halinle ilgisi olmayan bir şekle sokan çok konuşan insan..
gelinin arkadaşlarının saç kesimleri.. hepside kardeş gibi.. ne çok benziyorlar birbirlerine..
avrupadan alınma gelinlik (muhtemelen merter üretimi)
bitpazarından damat kıyafeti, muhtemel papyonlu..
araba süslemesi.. araba çiçekcisi.. arabanın önünü kesen çocukları ezmek için sağlam tampon.. aynı çocuklara içi boş zarf..
düğün fotoğrafçısı.. eski model üstü açık arabada ve parke taşlı köy mahallesinde çekimi yapılan, gelinle damatın yüzlerinin görünmediği estetik bozması fotoğraflar.. 
paket fiyatlı düğün salonu.. eğer gelin tarafı posta koymayı başarabilmişse, bir otel salonu.. 
az yakınlar nikah kısmına.. çok yakınlar düğün kısmına.. gelin damat her iki tarafa..
gelin evden çıkarken komşunun oğluna haraç.. kuzene haraç.. abiye haraç.. aman kızımıza iyi bak tenbihleri eşliğinde..
burnundan soluyan terli bir damat.. trafikte tek şeridi kapatıp kornaya basan eşkiyamsı enişte, komşu bakkal, kanki.. gürültülü bir egzoz..
çiftin favori şarkısı ve yüzlerce çift gözün önünde ilk dans eşliğinde çiftin birbirlerine ne kadar yakıştığının cümle aleme gösterilmesi.. hiç bitmeyen gelin incelemesi.. damadı incelemez ama kimse..
iki tarafta ikişerden toplam dört tane alev çıkaran meşalemsi şeyler.. 
yedi katlı düğün pastası.. lezzetsiz kremşanti ile doldurulmuş pandispanyamsı şey.. incili beyaz çikolata desenli.. pastayı kesemeyen bıçak, haraççı düğün salonu pasta kesicisi.. 
düğün salonu fotoğrafçısı.. çevredeki yüzlerce ayfona rağmen elinde flaşı kendini aydınlatamayan 350d makineyle insanları fotoğraflamaya çalışan genç.. 
belediye başkan vekili (herkes milletvekili, bakan bulamıyor düğününe).. iyi gün kötü gün geyiğini okumak zorunda olan devlet memuru.. ve seçimi aile içi kriz çıkarmaktan başka bir işe yaramayan şahit onayları.. devlet de onaylamıştır artık çiftleşebileceğinizi.. eski yüzüklerin çıkarılıp yeniden takılması.. romantik kırmızı kurdela.. 
ve kutsal an.. tüm bu zahmetlerin tek sebebi.. takı töreni.. damat tarafı ile gelin tarafının en büyük çekişmesi.. kurbanlık gibi boyunlarından aşağı yeşil dolarlar sarkan iki zavallı.. alın şu parayı da kendinize bulaşık makinesi falan alın bakışları atan misafirler..
imamlar bahşişsiz mi kalsın dercesine, tanrıyla hiçbir işi olmamış insanların imam önünde tanrıdan çiftleşme meşrutiyeti almaları..

balayı: muhtemelen birbirini hiç tanımayan iki insanın beraber tatil yapmak zorunda kalması.. 

düğünden sonra 2. yıl: bu kadar masrafın altından kalkabilmek için bankadan alınan kredinin ödenmesi için gereken süre..

düğünden sonra 3.yıl: artık üreme zamanı, ailelerin gözleri kapıda üreyebilme kabiliyetleriniz tartıyorlar.. nesilleriniz devamı kurtaracak ya dünyayı.. üreyin..

düğünden sonra 4.yıl: banka kredisi alınarak ev alma zamanı.. son 5 yılda biriktirdiğiniz her kuruşu peşinata sayıp, üzerine 250bin tl krediyle alınan evin on yıllık geri ödeme projesi..

düğünden sonra 6.yıl: tekrar üreme zamanı.. bi kardeş gerek yavrucağa.. dünyayı daha çok kurtarmalı..

düğünden sonra 24.yıl: ilk çocuğu bu yazının başında başlayan kısırdöngüye sokmak..
…….
…….
…….



insan.. 
sanırım sahip olunan tek ömre daha “ben”ci bi yaşam sığdırmalı, hayvansal üreme içgüdüsü dışında.. 






(bu yazıda geçen karakter ve olayların gerçek kişilerle büyük bir ilgisi vardır..)



hepimiz raymond k.hessel ız..

ve tepemizde durup kafamıza silah dayayan tyler ımız ise, minimalizm.. 

yıllar önce üniversite yıllarında filmi izledikten sonra beyoğlu arasokaklarında arkadaşlarımla yumruklaştığımızı hatırlıyorum.. nedense ilk izleyişimde bunu bir hippi filmi olarak değerlendirmiştim.. sanırım biraz yaşlanınca, dialogları çözümleyince, filmi onlarca kez izleyince aslında her repliğin özenle seçilmiş aforizmalar olduğunu öğrendim..

minimalizmi çok öncesinde öğretmişti bize fincher, palahniuk un dizeleriyle..

ı. sahip olduğunuz herşey, sonunda size sahip olur..
ıı. ancak herşeyimizi kaybettiğimizde, herşeyi yapabilecek kadar özgür oluruz..
ııı. sen işin değilsin.. sen, bankada olan paran değilsin.. sen, sürdüğün araba değilsin.. sen, cüzdanındakiler değilsin..
ıv. medeniyetin temel varsayımlarını reddet.. özellikle de eşya sahibi olmaya verdiğin önemi..
v. bizler tüketiciyiz.. bizler saplantılı bir yaşam tarzının yan ürünleriyiz.. cinayet, suç, yoksulluk.. bunlar beni ilgilendirmiyor.. beni ilgilendiren ünlü magazinleri, 500 kanallı tv ler, iç çamaşırımın üzerinde yazan isim..
vı. televizyonlar hepimizin birgün milyoner, film tanrısı yada rock yıldızı olacağına inandırdılar bizi.. fakat olmayacağız.. ve bu gerçeği yavaş yavaş öğreniyoruz.. ve buna çok sinirleniyoruz..
vıı. mükemmel olmayı bırak.. evrim geçirme vaktimiz geldi..
vıı. inandığın şey için ayağa kalkma vakti..

ve daha yüzlercesi..

bize, biz olmamızı öğretiyordu.. ne olmamız isteniyorsa değil, ne olmak istiyorsak onu olmamızı..

kaçımız bunu başarabildi..  bence, hiçbirimiz.. hepimiz raymond gibi bir süpermarketin süper kuklalarıyız..
televizyonlar bize masabaşında, ssk sı eksik olmayan, sağlam bir iş peşinde olmamızı öğretti..  yirmibeşimize geldiğimizde evlenmemizi.. birkaç sene sonrasında ürememizi.. birkaç sene içinde araba almamızı.. üç beş sene sonra ev almamızı.. sonra tekrar ürememizi.. genetik ürünlerimize sadece hücrelerimizi değil öğrendiklerimizi de aktarmamızı öğrettiler.. onlarıda bizler gibi yetiştirdik.. evlenmekten daha büyük hayali olmayan, sadece ölümü bekleyen insanlar olduk.. ideal hayat arkadaşımızı ararken, kendi hayatlarımızı unuttuk..

uyuduğumuz anlarda aslında gerçekten uyumuyorduk filmdeki gibi.. yarın nasıl daha çok para kazanabilirizi hesaplıyorduk.. ödenmesi gereken o kadar kredi vardı ki.. hangi ara bu yolu seçtiğimizi hiçbirimiz hatırlamıyordu.. 

akşam tv karşısına geçmiş eğlence programı izleyerek eğlendiğini düşünüyorsun..
sosyal medya içinde vakit geçirip çok mutlu-sosyal bir varlık olduğunu hayal ediyorsun..
üzgünüm.. elde ettiğin bişey yok.. sadece ölümüne birkaç dakika daha yaklaşıyorsun hiçbir şey yaşayamadan.. şuurunu hiç kullanmadan.. 

bu senin hayatın.. ve vakti geldiğinde, bir dakika içinde bitecek.. 
o an gelinceye kadar boş durma.. git veteriner ol..


alışveriş yapmanın sana sağladığı dopaminden vazgeçemiyorsun dimi..? 

sosyopsikolojik irdelemek gerek bu hobiyi..
görsel organların yaygınlaşmasıyla, “diğer” insanların sahip olduğu refah (!) seviyesi artık herkes tarafından izlenebilir, takip edilebilir hale geldi.. ve herkes o seviyeye ulaşma arzusu ile yeni tüketim ürünlerine sahip olmakta gördü çareyi.. ürünlerin sana aidiyetiydi çünkü huzurun kaynağı.. ilginç olan ise, bunca sahiplenmeye rağmen hala ulaşılamamıştı o refaha.. yoksa filmler yalan mı söylüyordu..? o çok odalı yalı dairelerinde mutlu olmadıklarını bilen ama bunu saklamak zorunda kalan talihsiz insanlar mıydılar yoksa..?

sahilde yapılan yürüyüşlerin yerini ailecek ziyaret edebileceğimiz oyun parkları, restoran, eğlence merkezleri ile süslenmiş avm lerin alması tesadüf değildi.. ailecek gezmeye oraya gidiyoruz artık her tatil aramızda.. zaman geçirirken sepetimiz yeni birçok eşya ile doluyor.. farketmeden hemde.. ellerinize tutuşturulan kredi kartları sayesinde bu kadar eşya almak için paraya bile ihtiyaç duymuyorsunuz.. sanki ben ödüyorum aybaşında sizin kredi kartı borçlarınızı.. reklamlar-filmler aracılığıyla size öğretilen ferah hayatın bir objesi oluveriyorsunuz ailecek.. copperfield in illüzyonları gibi heyecan verici dimi..? ne gerçek, ne gerçek dışı farkedemiyoruz bile.. yoğunlukta vakit ayıramıyoruz bulmacayı çözmeye.. kapalı gözlük koşuyoruz yani veliefendide..
en çıkmaz sokak ise; aldıklarımızın bize ihtiyacımızmış gibi gelmesi.. olmadığını farkettiğimizde, iade edecek yüzümüz olmuyor.. ya da itiraf edecek cesaretimiz.. komşular ne der sonra.. yaşasın ego muz.. çok özel bir insanım o tencere takımlarına sahip olduğum için.. ne mutlu bana..

minimalizmin sadece anlam katanlar ile yaşama hedefi alışveriş yaparken de geçerli.. alışveriş yapmamak diye birşey yok yani.. sadece ihtiyacın olanları almak var.. aynı beslenme ve hijyen için olan ihtiyaçlarınız gibi.. ve alım yaparkende gidip en ucuz en kalitesiz ürün peşinde koşmazsınız.. gerçekten kaliteli olduğuna, size sorun çıkarmayacağına inandığınız ürünleri almak istersiniz.. 
aylık gelirime göre değerlendiriyorum ben alacağım şeyleri.. ürün fiyatını, gelirime oranlıyorum.. buna sahip olmak için acaba kaç saat çalışmam gerekiyor.. eğer işte harcayacağım zaman, buna değiyorsa, alırım.. ama şimdiye kadar çok çok az ürün benim zamanımdan daha anlamlı oldu benim için.. ihtiyacım olmayan ürünleri almamak hayatıma zaman bonusu olarak geri döndü.. özgürlük ilavesi bir nevi.. almak istersen.. 

benim kullandığım yöntem “30 gün” yöntemi.. birşeyi almak istediğimde onu almak için hemen avm ye koşmayıp tarihi ile birlikte ajandama not ediyorum.. ve 30 gün bekliyorum.. 30 gün sonrasında hala o ürüne ihtiyacım olduğunu düşünüyorsam, hala benim için anlam yaratacak ise, gidip alıyorum.. ilk belirleme sürecinde seçici davranmama rağmen yaptığım listede alım oranımın sadece %10-20 olduğunu belirteyim.. yani her 10 üründen 8 ya da 9 unun gereksiz olduğunu bu bir aylık bekleme süresi içinde anlıyorum.. şimdiye kadar da geri dönüp tekrar listeye yazdığım bir ürün olmadı.. giden gitti.. 

alışveriş yapmamak, para harcamamak bize ne kazandırıyor..? değer mi bu kadar sıkıntıya? 
tabiikide değer.. zaman kazanıyorum ben.. ve nihayetinde özgürlük.. ölümümü daha huzurlu, daha ben olarak bekliyorum..

alışverişten önce yanıt vermeniz gereken sorularınız olmalı..
teknolojik bir ürün alırken mesela; aldığınız şey hangi probleminizi çözecek (eğer problem çözmüyorsa, teknoloji anlamsız oluyor zaten)..? 
kıyafet alırken; eskiyen bir ürününüzün yerinemi alıyorsunuz yoksa fazladan olsun diyemi..? düzenli olarak giyecek misiniz..? trend/moda gibi söylentiler bu alımınıza ne kadar etkili..?
ev eşyası alırken; ihtiyacınızdan mı alıyorsunuz yoksa mahalle baskısı mı..? kalitemi istiyorum-kantitemi..?
dışarda yemek yemeyi seçtiğinizde; hayatına enerji ekleyecek kadar sağlıklı mı yedikleriniz..? dışarıda yedikleriniz ekonomik durumunuzu etkileyecekmi..? bir ay içinde ne kadar ödeme yapıyorsunuz hazır gıdalara..? bu yemek ile, aslında kime enerji oluyorum..? (bir keresinde içinde 16 adet makarna tanesi olan, değişik bir italyan ismi ile kendime hava attığım makarnaya ödediğim para, içimi hala acıtır..)
satın aldığınız her ne ise, eğer satışta olmasaydı onu almak için uğraşır mıydınız..? aldığınız şeyi, aldıktan sonra bir süre kullanıp sonra unutacak mısınız? aldığınız şey, gerçekten sizi motivemi edecek..? yoksa alışveriş yapmanın getirdiği dopamin mi sizi cezbediyor..?


bitmeyen o kadar soru varki aslında.. iyi düşünün. aldığınız herşeyin ödemesini, hayatınızdan verdiğiniz zaman ile yaptığınızı unutmayın.. ve birşeyi almaya karar verdiyseniz de, uzun süre kullanabileceğiniz kalitede birşeyleri alın.. zamanınız size kalsın..




erdem unutulmuş bir kavram.. bizden bir sartre olmamız beklenmese de, varoluş üzerine düşünmemiz bizi insan yapacaktı.. ama olmadı.. treni kaçırdık.. ve o kaçınılmaz son “ölüm”e gün geçtikçe yaklaşıyoruz.. “var” olmadan.. “kimim ben” sorusuna gerek duymadan.. cevap bulmadan.. değer bulmadan.. değer katmadan..

bu başıboş gidişatı, anlam ile dolduran güzel insanlar var.. 
yurtdışından “buynothing” projesi örneklemi geniş olmasına rağmen, 36-42 kuzey/26-45 doğu coğrafyasında pek rastlayamamıştım.. bir tanesini yakın zamanda farkettim.. yaşam felsefesi üzerine ekolojik ve varlıkçı düşüncelerinin çoğu hissettiklerim ile paralel idi.. satın almamanın ütopik olmadığını yakından izleyebileceğimiz güzel bir belgeseldi.. 
deneyimlerini “almadım” isimli blogda paylaşan sevgili Selma.. izlemesi huzur veren akrilik resimlerindeki gibi soyut değildi tecrübeleri.. bildiğin sen idi, ben idi aslında.. bir yılını doldurduğunda maalesef medya onu farketti.. ve onun erdemleri, birer rating aracına dönüşüverdi.. 

oysa kendisi de söylemişti yazılarından birinde “acaba insanlar kendileri bir şeylere cesaret edemeyince başkasının yapmasını da mı istemiyor, beraber batalım mı istiyorlar, bu bir savunma mekanizması mı? “ diye.. medyayı, sosyal medya ve insanlar takip etti.. tahrip gücü yüksek saldırılar başladı kendisinin de öngördüğü gibi.. hele cinsiyetçi-teokratik bir başka blogdaki yazı, onun erdemlerinden daha popüler olmuştu.. tüketim toplumu hemen görevini ifa etmiş, entellektüel-züppe sınıfına dahil etmişti "o" nu..
büyük tüketicilerden birisi medya.. en çok da cahiliye rüzgarından kurtulamamış, "bilmediğini bilmek" erdeminden uzak, üçüncü dünya coğrafyalarında.. sosyal medyadan da destek buldu mu, tam bir yokedici olabiliyor..

karar veremedim ilk başta.. minimalist düşünceye sahip insan neden tecavüzcü medyayı hayatına sokmak istesinki huzurunun kaçacağını bile bile..? bir çok blog yazarı gibi “bestseller” olma arzusumu idi bu..? yoksa yakasını son anda kurtarabilmiş bir kurban mıydı..? sanırım blogunun kapanış yazısında cevapları bulabiliyor insan.. ben buldum.. ve daha önemlisi, kendi çıkarımlarımı yapmamı sağladı veda yazısı..

aylar önce bu blogu yazmaya karar verdiğimde cevap vermekte zorlandığım bir soru vardı.. o zamanki cevabıma göre davranıp evraksal kimliğimi bu blogdan çıkarmayı, sadece düşüncelerimi bırakmayı uygun bulmuştum.. amacım, huzurumu riske atmamaktı.. “almadım” bana doğru yaptığımı öğretti..
işte bu yüzden “minimalistimben” blogunda, ben yokum.. buradaki tecrübeleri ben değil tyler içsesiyle “hemlock” yazıyor size.. o benim hayat arkadaşım..  o sizin dissosiye olmuş kimliğiniz.. o sizin "almadım" ınız.. 
Selma.. o sadece “hiçbir şey almayan kadın” değildi.. o, bir örnekti varolmaya.. o, varlıkların ekolojik doğasına inanmaktı.. ütopya değildi nefes alışverişleri.. 





sonraki yazı: birşeyler alma güdüsünün dayanılmaz illüzyonu; minimalist alışveriş..


yeni yıla nasıl girersen tüm yıl öyle geçer.. 
üzgünüm, yok böyle birşey.. nasıl girersen gir, yeni yılını da çalışarak geçireceksin.. 
banka kredin sıfırlanmadı.. yeni arabanın ödemesi hala devam ediyor.. mobilya takımlarını yine değişeceksin bu sene.. hele o kocaman televizyon yok mu.. onu kesin alacaksın ilk fırsatta..
bu pembe gözlükten izlediğin, olmasını varsaydığın dünya, tek gecelik bir yılbaşı ilişkisinin ürünü olamaz, bunca yıl geçti, bunu hala öğrenememişsin.. 

yılbaşı gecesi eğlencesi.. 
bir minimalistin en son ihtiyacı.. çünkü o zaten hergeceyi o şekilde yaşamaya çalışıyor.. 
o şekil?

yılbaşı gecesinin özgürlüğünü severiz.. dilediğimiz şeyi dilediğimizce yapabileceğimiz gecedir o.. çünkü herkes benzer ruh hallerindedir ve kimse kimsenin özgürlüğünden rahatsız olmaz (istiklalde yürüyen bir kadın değilseniz eğer)..
yarın iş yoktur.. kimsenin yoktur.. işe gidilmeden de dünyanın dönebildiğini öğreniriz biz yılbaşının sabahında.. oysa dünya her gün dönüyor.. senin plazadaki masanda çizdiğin projeye ihtiyacı yok onun.. taktığın kravat ile terfi almak için gösterdiğin üstün efor da etkilemiyor onu.. dönüyor o..
yemeklerini severiz yılbaşının.. kuruyemişlerini.. kola bardağının içine attığımız fındıkları.. sonrasında demlenen güzel bir çayı.. ev yapımı pizzayı.. meyve tabaklarını.. noel kültüründen çaldığımız tavuğun fırında pişmiş halini (hindi bulması zor oluyordu eskiden, şimdi onu da ayağınıza getirdiler, hemen alın, geri kalmayın çağdaşlıktan)..

tv de aptal diziler izlenmez pek.. müzik programları vardır.. ailecek müzik dinleriz.. dansöz falan vardır.. izleriz beraber.. 
oyunlar oynarız arkadaşlarla, akrabalarla.. tombala, monopoly, okey, vs.. maksat muhabbettir, oyun bahane.. keyif almayan kimse yoktur.. oyunu kaybeden bile mutludur.. oyunu kazanmanın amaç olmadığını öğreniriz..

aslında yılbaşı gecesi minimalist dünyanın bir geceye sıkıştırılmış halidir.. tercih sizin.. ya keyfini çıkarırsınız gecelerinizin.. ya da her sene yeni yılbaşı gelsinde, özgürleşeyim diye beklersiniz..

bir de çevremizdekilere hediye almamız için uydurulmuş ayrı bir sosyal olayı var yılbaşının.. işyerlerimizde kura ile hediye alacağımız birini belirleriz.. sonra ona hayatında hiçbir yer işgal etmeyecek bir şeyler alırız.. evinin bir köşesinde, belkide çöpte bulur kendini o çok paranıza kıydığınız anlamlı şey.. sevgilisine, eşine pırlanta almanızı söyleyen reklamlar oynar televizyonlarda.. avm lerde “yılbaşı hediyesi” üzerine binbir afiş vardır..

sizin maddesel varlıklarınızın manevi olarak bir değeri yok, emin olun ki.. tüm bunlar sizlere “tüketmezseniz yetersizsiniz” düşüncesini aşılayan toplum öğretileri.. sevdiklerinize anlamlı, kalıcı bişeyler vermek istiyorsanız, onlara sarılın.. ve sohbetinizi verin.. 
sevdiğinize değer katmak istiyorsanız, ona çift kişilik sinema bileti alın, beraber gidin.. yada ona değer katacağına inandığınız küçük bişeyler.. kütüphanenizde duran bir dergi, bir kitap, bir fincan..

joshua becker in sayfasında sevdiğim bir liste var.. bunlardan vazgeçip, bunları yapın listesi.. size ve değer verdiklerinize değer katacak olanlar bunlardır.. gerisi popülist ticaret..

mutlu seneler..

bu görsel, joshua becker in becomingminimalist facebook sayfasından alıntıdır..
salon tamam, yatak odasını da temizledik (gardrobunuzun orada olduğunu varsayıyorum.. yoksa sizin de kıyafetleriniz için ayrı bir odanız mı vardı..? :) 

sıra mutfakta.. mutfak derken, yemeklere şimdilik dokunmuyoruz.. onlar sonra.. önce mutfağımızdaki çöplerden kurtulalım..

minimalizm üzerine yazılan birçok blog/kitap mutfaktan başlamamızı öğütlüyordu aslında bu temizlik olayında.. ben mutfağı biraz erteledim kendi tecrübemde.. oraya varmadan önce temizlenmesi gereken çok daha fazla çöp vardı ayağıma dolanan.. sanırım, tek başına yaşayan birisinin mutfak çöpü fazla olamaz diye düşünüyordum.. 

değilmiş.. 
ilk günümde 33 tane su bardağını, iki farklı onikişer kişilik çatal bıçak takımını, otuz küsür tane farklı kahve kupasını görünce anladım tek olmanın mutfağın çöplüğe çevrilebilmesine engel olamayacağını.. (ne mutlu bana ki, kristal değildi bardaklarım, fildişinden kürdanlarım yoktu, makarna ve salatayı aynı tip tabakta yiyebiliyordum, tabakları suplasız servis ettiğimde gıcır-gıcır ses çıkarmıyordu ve en mutlu olduğum an; peçetelerimin peçete yüzüğüne ihtiyacı yoktu..)

ama bence asıl felaket, mutfak tezgahının üzeri..

kahve makinesi..
bıçak setleri..
mutfak robotu.. ayrıca bir blender seti..
bakliyat kavanozları..
meyve sıkma makinesi..
ekmek kızartma makinesi..
baharatlıklar (toplam 28 çeşit baharat varmış tezgahın üzerinde, eminim markette o kadar yoktur..)..

sizinki nasıl..? bunca eşyayı hangi ara aldınız..? birbirinden gereksiz bunca abide, hayatınızın idealleşmesine ne kadar katkı sağlıyor..?

oysa, sadece yürüyüş yapıyodum o avm de.. hangi ara x mağazasında buluverdim kendimi.. hangi ara ihtiyaç duymadığım bu tava setini aldım evde on tane olduğunu bile bile..? yoksa geçenlerde veliler toplantısında şu kadının bahsettiği “y tabanlı tavaların çocukların sağlığını koruduğu” hikayesinemi aldandım..? onu almasam, çocuğuma kanser aşılıyomuşum gibimi hissedecektim kendimi..? yoksa, mesele sağlık değil miydi..? “ego”m mu beni itti bu alışverişi yapmaya..? arkadaşlarımdan (arkadaş dediğime bakmayın, “erk” yarıştırdığım insanlar tamamı) geri kalmamalıyım düşüncesimiydi..? bir tavamıydı beni yukarıya çıkaracak olan..? 

kızmayın kendinize..
her yazıda aynı şeyi anlatma çabasındayım.. 
kurbanız biz.. homo-sapiens ten homo-economicus a durup dururken evrimleşmedik.. tv lerdeki o yemek programlarını boşuna izlettirmediler bize.. boşuna mutfaklarımızı orada gözlediğimiz, devasa doğrama tahtaları olan, karşıda bıçakların sıra sıra asıldığı hale çevirmedik.. tükettikçe mutlu olacağımızı boşuna fısıldamadılar kulağımıza.. 

şimdi harcama yapma zamanı.. hadi gidip biraz daha tava alalım.. buluruz elbet onları da koyacak bir çekmece.. 
yoksa, minimalist mutfak yaratıp daha çok mu yer açmalıyız özgürlüğümüze, bilemedim..


kıyafet; tanımı gereği sadece bedenini örtmesi için tasarlanmış, vücudu doğa şartlarından koruyan bir ek tabaka..
seni sen yapan şeyler değil yani..  karakterinle ilgisi yok onların.. öyle olsaydı günlük giydiğin, işte giydiğin, düğünde göbek atarken-halay çekerken giydiğin şeyler farklı olmazlardı.. bunu sana tembihleyen, size milyonluk kıyafetleri satmaya çalışan markalar..

sen sadece reklamların büyüsünün içine aldığı ortalama bir tüketicisin.. aldığın yüzbeşbin (rakamla yüzbeşbin) ayakkabı, onunla uyumlu olması için aldığın aynı renk kıyafet.. elbise.. uyumlu çanta.. uyumlu takı.. saat.. aksesuar.. 

koca bir gardrop.. yüzlerce parça eşya.. 
oysa sen bir günde sadece 4-5 parça giyebiliyorsun.. kış mevsiminde belki birkaç fazlası..


minimalist gardrop nasıl olmalı..?
o yüzlercenin arasında eminim birkaç favorin vardır. içinde kendisini rahat hissettiğin şeyler.. sadece rahat.. işte minimalizm, sadece o kıyafetler ile yaşamanızdır.. renk tercihi tamamen size bağlı.. ne istiyorsanız o olmalı.. benim gibi düz düşünenler için siyah, beyaz ve lacivert yeterli oluyor.. sizin ki sizin sevdanızla alakalı..

şimdi gidin bakın odanıza.. son bir yıldır giymediğiniz kaç tane kıyafet var.. hepsinden kurtulabilirsiniz.. 

aylar oldu ben odama bu düşünce ile gireli.. onlarca gömlek, daha fazlası tişört, pantolonlar, ayakkabılar ve daha onlarcası.. artık başkalarının evinde, birilerinin kullanımında.. bu kadar şeyi dağıtmak elbette kolay olmuyor (insanlar tuhaf bakıyolar ortalama çizginin dışına her çıktığınızdaki gibi).. satmak isteyen satabilir.. isteyen hediye eder.. isteyen ihtiyacı olana bağışlar.. 

bu temizlik benim ne işime mi yaradı..?
  • artık aradığımı bulabildiğim bir gardrobum var.
  • artık sabah ne giyeceğim sorusunu sormuyorum. 
  • ihtiyacım olmayan şeyleri satınalma alışkanlığını daha da azalttım. sadece giyindiğim giysilerin aynısını almayı tercih ediyorum bir diğeri kullanılamaz olduğunda.. (minimalizmde gidip en ucuzu almak diye birşey yok.. tam tersi, az olsun öz olsun u uygulamak en doğrusu.. karşılığında vereceğiniz paraya/zamana değecek kalitede bir eşya olsun alacağınız..)
  • o kıyafetlere verdiğim para için harcadığım zaman bana kalıyor.. bağımlılığımı azaltıyorum.. kredi kartı ödemem azalıyor.. endişelerim azalıyor.. özgürleşiyorum gün geçtikçe..
  • avm de kaybettiğim zaman bana kalıyor..
  • gün boyu rahat kıyafetlerle dolaşıyorum.. eve gidip şu kıyafetlerden kurtulayım demiyorum artık..
(eminimki kadınlar için bu liste çok daha uzatılabilir)



fazlalıklardan nasıl kurtulalım üzerine denenmiş teoriler var minimalist gardrop hakkında.. “proje 333” ve “minimalist ay” tecrübeleri ileride konuşulacaktır..


sonraki yazı: evde daha az bardak-tabak kırma yöntemi.. minimalist mutfak..
minimalist yol haritası iki farklı şekilde işliyor. tümdengelim-tümeyönelim (benim uydurduğum tanımlar)..

ryan&joshua nın tecrübesi, fazlalıklardan kurtulma partisi üzerine..

neyin çöp olduğunu bilmeyenler için güzel bir yöntem (ya da sahip olduğu herşeye gönülden bağlılar için, uyandırma servisi gibi birşey)..

evdeki eşyalardan başlanıyor.. herşey (istisnasız herşey) ortaya çıkarılıp kutulara dolduruluyor (kutulara sığmayacak kadar çok eşyanız olduğuna eminim) ya da zemine seriliyor.. 

sonra yaşamaya başlıyorsunuz.. ihtiyaç duyduğunuz şeyleri kutulardan çıkarıp kullanıp eski yerine koyuyorsunuz.. eşyaların %80 ini hiç kullanmadığınızı farketmeniz muhtemelen bir hafta falan sürecek.. kendinize biraz daha zaman tanıyın, ve sonra zeminde kalan herşeyden kurtulun.. istisnasız herşeyden..

kalabalık ev ahalisi varlığında bu süreci yaşamak zor olacak.. o yüzden benim de tercih ettiğim yöntem olan, leo cu yaklaşım daha kolay uygulanabilir.. oda oda-yavaş yavaş-adım adım.. genellikle mutfaktan başlamayı önerseler de, ben salonu tercih ediyorum.. hani o yürümeye yer olmayan salonlarınızdan.. x objesini elime alıyorum, bunu en son ne zaman kullandım diyorum (ya da en son ne zaman bunun varolduğunu düşündüm), 3 ay-6 ay gibi bir süre içinde o x i hiç kullanmamışsam, artık ondan kurtulma zamanıdır.. 

objelere fazla duygusal anlamlar yüklemek toplumumuzun bir problemi.. “onun hatırası var” cümlesini birçok obje için kullanacağınıza eminim.. tamam hatırası var da, zaten o hatıranın kaynağını son birkaç yıldır düşünmedin bile.. objenin kendisini saklayacağınıza, fotoğrafını çekin, onu saklayın.. eminim o hatırayı daha fazla yaşama fırsatınız olacaktır.. beyninizde nöron işgal etmeyecek bir hatıra ise zaten çöptür, veya çok yer kaplıyorsa kafanızda, onu yaşamak için objelere zaten ihtiyacınız yok..

salonu tamamen dolduran mobilyalar, duvardaki anlamsız kütüphane, tv (ilk bundan kurtulmanızı öneririm- minimalizmin isimlendirmesini keşfetmeden 6 yıl önce kurtulmuştum ben ondan), çeyizlikleriniz, vs.. geriye sadece kullandığınız (size değer katan) objeler kalması yeterli..

çöpleri ne yapacağım diye düşünmeyin, emin olun ki birilerinin işine yarayacaktır hepsi.. hediye edin, satın, çöpe atın.. çok keyif alacaksınız emin olun..

salondan, yatak odasına geçeceğiz.. odadaki mobilyalardan daha çok gardrobunuzla işiniz var.. artık “bugün ne giyinmeliyim” sorusundan kurtulma zamanı.. giydikleriniz, sizi siz yapmıyor, buna emin olun.. 


devam ediyoruz..
adım adım..


yolculuk dedik önceki yazımızda..
soyut felsefeden, minimalizmin somut gerçekliğine doğru bir yolculuk.. bu yolculuğa önceliklerimize isim koyarak başladık..

tutkular, sağlık, ilişkiler..
muhtemelen bunlardan oluşmuş bir çerçeve belirledik hepimiz..

y.n.: benim listemin ilk hali şu idi;
fazlalık herşeyden kurtul (fazlalık olduğuna inandığım, bana değer katmayan eşya-kişi-hobi-alışkanlık gibi objeleri kapsayan binlerce maddelik bir eylem)
yazı yaz (blog-deneme-şiir-bilimsel, ne becerebiliyorsam)
fazlalıklardan kurtuldun mu diye kontrol et
ihtiyacın olmayan şeyleri almaktan vazgeç
denizi seyret 
gereksiz yemekten vazgeç
mümkün oldukça işyerinden kaç, geç git, erken çık
fazlalıklardan kurtuldun mu diye kontrol et
erken uyan
daha çok çay iç
sadeleş, basitleş
her yağmur yağışında, ıslan
fazlalıklardan kurtuldun mu diye kontrol et
fazlalıklardan boşalan alanları sana anlam katanlar ile doldur
(evrimsel sürecinde, önceliklerinin değişebileceğini unutma..)

bunlar dışındaki herşeyin çöp olduğuna inanmalısın artık.. size anlam katanları çöp olanlardan ayırmaya başlamadan önce alışman gereken önemli bir kural var.. “başıboş alışveriş” bağımlılığından vazgeç (minimalizmin ütopik bir düşünce, minimalistlerin öcü/deli olarak sunulması, sistemin tüm aksanlarının enerjisi olan tüketim alışkanlığının, yani sizin avm lerde yaptığınız alışverişlerin kesilecek olmasından kaynaklı olması muhtemel).. (kara cuma/black friday i daha yeni geçirmişken, bu tuzağa düşmediğini temenni ediyorum..)
aldığınız şeylere bakın çevrenizdeki.. hangileri size anlam katıyor..? hangileri sizi siz yapıyor..?

minimalist düşünceyi yaşam tarzınız yapmak için alışveriş yapıp paranızı (bunun aslında para olmadığını ileride öğreneceksiniz) harcamanıza gerek yok (diğer tüm yaşam tarzı değişikliklerinde; yeni bir diyete başlarken, yeni bir spor salonuna üye olduğunda, yabancı dil öğrenmeye başlarken, yeni bir hobi edindiğinde, vs.. yaptığınız yeni bişeyler alma saçmalığı; minimalizm için geçerli değil..)

alışveriş yapmanın size sağladığı endorfinden vazgeçmenin kolay olmadığını söylüyorsun, biliyorum..  
unutmaman gereken iki prensip var..
1. siz zaten size yetecek şeylere sahipsiniz..
2. yeni bir eşya alarak karşılığında ödeme olarak verdiğiniz şey para değil.. ödemeyi, zamanınızla yapıyorsunuz (bunu jose mujica söylüyor, “human" belgeselinde.. hani medyamızın en fakir devlet başkanı olarak sunduğu, özünden minimalist güzel insan) tam metin için; buraya bakabilirsiniz.. ya da burada türkçe altyazılı özeti var..

minimalizmi öğrendikçe, yaşamınızdaki her fazlalığın farkına varıyorsunuz.. sadeleşmeye başlıyorsunuz.. ta ki size değer katanlarla baş başa kalana kadar.. 

atılması gereken çok adım var.. birgünde materyalist olmadınız.. bir günde minimalist olmayacaksınız.. sabredin, deneyin.. 

özgürleşeceksiniz..




(minimalistler bişey almazmı? sorusunun cevabını, ileride “minimalist alışveriş?” başlığında cevaplamaya çalışacağım..)

sonraki yazı: minimalist ev.. huzur kaynağı..

yaşamınıza anlam katanlar ile yaşamak olarak tanımlandı minimalizm önceki monologlarımda.. (dialog muydu yoksa..? ne kadar içindeydiniz okuduklarınızın..? yoksa bir internet “tık” ından ibaret miydi ilişkiniz..? çok şeyde olduğu gibi yine "öylesine" miydi..?) 

minimalizm.. 
evet bu fikri sevdim, bunu deneyeyim..

eğer buraya kadar okuduklarınızla böyle bir çıkarımda bulunmuşsanız, bu blog ile olan ilişkinizi şimdi sonlandırmalısınız.. 

minimalizm, bir internet sitesinde görüp beğendiğiniz, tamam bu pazartesi yaşam tarzımı değiştirip bu x yaşantısına (muhtemel popülist, asosyal medyanın size yapmanızı tembihlediği bir yaşam formu) başlıyorum diyeceğiniz yeni bir keşif değil.. 

o zaten sensin.. 
bunu biliyorsan, bundan sonra çizilecek yol haritası “modifiyeli sen” kostümünü çıkarmana yardım edebilir.. o harita şablonunu dolduracak olan sensin.. tutkuların, seni sana ulaştıracak.. 
tek bir yaşam formu yok minimalizmde.. benim yaptıklarım bana değer kattığı için yapılıyor, sana değer katanlar da senin fiilin olacak..

ilk adım; önceliklerinizi belirlemek.. size değer katanların, sizi mutlu edenlerin isimlerini tanımlamak.. 

listenin uzunluğu problem değil.. iki eylem-üç nesne-dört şahıs.. 
seçtiğiniz herşey, varolduğunun farkında olduğunuz, varolmasına sevindiğiniz, yokluğu yokluk yaratacak varlıklar olsun.. dürüst olun kendinize.. iyi insan olmak değil ilk amacınız, mutlu bir insan olmak.. çevrenize ve kendinize yalan söylemekten vazgeçin.. 

unutma, senin "hayat" diye adlandırdığın şey, sonu belli bir devinim.. ve yaşadıkların, o sürecin dolgu malzemesi..

listeniz hazırsa, 
diğer herşeyden kurtulabilirsiniz artık.. istisnasız herşeyden..

sanırım hazırız,
yolculuğa başlayabiliriz.. 




(sonraki yazı: ütopyadan, minimalizmin somut gerçekliğine..)

minimalist yaşam düşüncesini,
ben keşfetmedim..

raymond k. hessel ın kafasına silah dayandığında, bize gönderilen mesajları alabilmeliydik oysaki.. bizim film aracılığıyla tanıdığımız ama öncesinde chuck palahniuk un kaleminde hayat bulan tyler bize vermişti tüm mesajları.. kavgalı bir filmden çok ötedeydi hikaye.. "sahip olduğunuz herşey zamanla size sahip olur” dediğinde acaba anlamamış mıydık onu..? oysa içimizdekini anlatıyordu.. öyle "biz" di ki o, çok doğru söylüyor diyip birbirimizi yumruklamadık mı istiklal caddelerinde..?

“parasına sarılıp yatabilen birisini gördünüzmü..?” diyen mustafali yi izleyenler “aslında çok haklı” demedi mi..? film sektörünün doğası gereği ütopik bir çizgide sunulmuş olsa da, gerçek değilmiydi her özlü sözü..? 

jose mujica, ulusal medyamızın sırıtarak sunduğu ama yaşamında sahip olmadıklarıyla minimalizmin doruğunda, huzur verici bir adam değilmiydi..?

descartes, hegel, kant, osho.. hepsi anlatmıştı aslında bize gerçek hikayeyi..

bugüne kadar çok kez örneklendi bize minimalizm.. eksik olan, isimlendirilmesi idi.. isim koyulmamıştı henüz.. sonra somut örneklerini gördük çevremizde.. imkansızı başarmışlar gibi, hayran gözlerle seyrettik herşeyi basitleştirmelerini.. platonik* olanı gerçeğe çevirmişlerdi.. ve toplum, minimalizmi öğrendi..

toplum için olduğu kadar kişisel olarak da bu böyle gelişti.. ”ilişkimizin bir ismi olsun” diyen sevgilinin isteği kadar saçmaydı belki ama bir ismi vardı yaşayamadığım heyecanın.. ve o isimle birlikte, kendime giden yolculuğumu daha aydınlıkta, daha aydınlıkla yapma şansım oldu.. ve ben, minimalizmi öğrendim..


minimalizm di adı.. minimalist yaşam diyorlardı ona.. ütopyanın bedenselleştirilmiş formuydu.. 





(bu isimlendirme sürecinde yazılarıyla, düşünceleriyle, tecrübeleriyle bana eşlik eden isimler oldu. 
Ryan Nicodemus ve Joshua Fields Millburn.. Leo Babauta.. Colin Wright.. Joshua Becker.. Everett Bogue.. ve kafe-era..) 

*: gerçekleşmesi mümkün olmayan, ama gerçekleşse ne kadar güzel olur denilen arzular (platon un "devlet" adlı eserinden türetilmiştir)

sonraki yazı: minimalizme ilk adım..

ihtiyacınız olanlarla yaşamak mıdır ekstrem olan..? yoksa varlığını unuttuklarınızla kalabalık içinde olmak mıdır normal..?

minimalizm, sizi uçlara götürmez.. tam merkezine alır yaşamın.. enerjinin en yoğun olduğu, kor noktasında yaşarsınız kaybolmadan..

"öcü" olduklarını farketmezsiniz minimalistlerin.. sizin gibidir nefes alış verişleri.. sizin gibi yürürler sokakta.. sizin gibi onların da teknolojik cihazları vardır.. arabası, ailesi, belki yüzlerce eşyası.. 

(okuyucuya not: bir bardak çay alın kendinize.. mümkünse tarçınlı)

düşünme zamanı.. bu yazıyı okurken çevrenizde yer işgal eden ve size ait olan eşyaların ne kadarı size anlam katıyor..? fi tarihinde bir zamanda aldığınız, x kişisinin hediye ettiği, hatta nasıl sahip olduğunuzu unuttuğunuz o eşyalar ne zamandır orada..? oysa, o kadar da para verilmişti ona..

gardırobunuzda duran ve aylardır giymediğiniz onca kıyafet..
evin kütüphanesini süsleyen, 9 sene önce aldığınız ve muhtemelen okumadığınız kitap..
mutfağınızdaki binbir parça yemek takımları.. bilgisayarınızda varlığını unuttuğunuz dosyalar..
akıllı telefonunuzun kapasitesini işgal eden uygulamalar.. itunes ununuzda yıllardır dinlemediğiniz müzikler.. alıp izlemediğiniz yada bir kez izleyip kenara koyduğunuz dvd ler.. 
……..

pareto ilkesi.. ekonomistler dışında ismini duymadığımız ama yaşamın her adımında karşımıza çıkan 80-20 ilkesi.. kıyafetlerimizin %20 sini, zamanımızın %80 inde giymekteyiz.. arkadaşlarımızın %20 si ile zamanımızın %80 ini geçirmekteyiz.. teknolojiye gerek duyduğumuzda sahip olduğumuz araçların %20 sini, ihtiyacımızın %80 i için kullanmaktayız..
……..

bu ilkenin bize kattığı; sahip olduklarımızın %80 (yazıyla yüzde seksen) ini muhtemelen kullanmadığımızı hatta onlara ihtiyacımızın olmadığını farkettirmesi..  “belki lazım olur” diyerek aldığımız, bizi mutlu ettiğine inandırıldığımız fazlalıklar.. oysa ki, onlara sahip olabilmek için ne çok vakit geçirmiştik masa başında.. patronumuzun “bu işi bitir” sözünü yaşam felsefesi edinip, “o işi” ilkokuldaki aşkımız gibi günümüzün merkezine oturtuşumuz daha dün gibi..

ve yine dün daha çok harcayabilmek, daha çok kazanabilmek, en güçlü (koskocaman-en büyük-süper güçlü) olabilmek için daha çok çalışmamız gerektiğine inanıyorduk.. kariyer dedikleri bir hedefimiz vardı önümüzde..
oysa, dün topu topu 24 saatti..
artık bugün oldu.. bugün de 24 saat.. neden değişmiyor ki.. değişse keşke.. daha çok çalışabilmek, en çok kazanabilmek için daha fazla vaktimiz olsa keşke.. 

üzgünüm.. güneş sisteminde toprak kaymadığı sürece, o süre değişmeyecek.. ve sen o süre içinde sana verilen talimatları uygulamaya devam edeceksin.. her geçen gün daha fazla borçlandığını, daha fazla sorumluluğun içine düştüğünü farketmeden..

vazgeçme fırsatıdır, minimalizm..
vazgeçme zamanıdır, minimalizm..
o, bugün öğrendiğin, tümdengelimci yaklaşımla kurallarına uymak zorunda kaldığın bir din öğretisi değil..
o içinde yaşayan tanrı.. o vardığın tüm.. şimdi ona isim koyuyorsun.. ben zaten bunu düşünüyordum ki diyorsun.. ahh keşke şu ev kredim olmasaydı..
kredi kartı taksidine çok kızacaktım ama evin duvarındaki kocaman full-extra-ultra hd tv çok güzel oldu.. şimdi o film artizlerini izlemiyor, onlarla beraber yaşıyorum..

içinde olduğun illüzyonu farket.. sen, olmanı istedikleri kişi haline getirilmiş, hayvansal gereksinimlerini unutmuş kurbansın.. sistem seni bu halinle seviyor.. eşin seni bu halinle seviyor.. seni öpenler ya da yerenler bu halinden memnun.. 

uyan.. ockham ın hakkını ver.. basit yaşa..

unutma ki, kütüphanende sergilediğin yüzlerce kitap seni kültürlü bir entellektüel yapmaz (görmemiş yapması daha muhtemel).. fazlalıklarını paylaş.. sat.. bağışla.. hediye et.. işte o zaman kitaplar anlam kazanacak..işte o zaman sen anlam kazanacaksın..







okuyucuya not: minimalizmi uzun gereksiz cümlelerle tarif etmeye çabalamak, "hadi ordan" demelik bir ironi yaratıyor aslında.. bu sayfalarda yazan-yazacak olan herşeyin özeti; minimalizm, yaşamınıza anlam katanlar ile yaşayıp, dışarda kalan tüm fazlalıklardan kurtulmaktır.. okuduğunuz diğer herşeyi silebilirsiniz hafızanızdan..

sonraki yazı: hepimizin platonik duygudurumu; minimalizm..






fotoğraflar aksi belirtilmedikçe yazara aittir.. yazılar kaynak gösterilerek kullanılabilir... Blogger tarafından desteklenmektedir.
 
Twitter Facebook Dribbble Tumblr Last FM Flickr Behance